Kanser Nedir?
Kanser, münferit hücreler normalin üzerinde çoğalmaya başladıklarında, prensip olarak insan vücudunun her bölümünde ortaya çıkabilir. Hücrelerin ve de çevreleyen dokunun kendi büyüme kontrolleri aşırı hücre bölünmesi engelleyemez hale gelir ve böylece hücreler başka bir dokunun veya organların içine büyümeye başlayabilirler.
Kanser sıklıkla doğuştan veya sonradan oluşan genetik bozukluklara dayalı olarak ortaya çıkar. Bu bozuklukların ortaya çıkışının nedenleri halen büyük ölçüde bilinmemektedir.
Kanser hücreleri aynı zamanda menşe konumlarından ayrılabilir ve kan veya lenf sistemi üzerinden vücuda yayılabilir ve başka organlarda veya lenf düğümlerinde büyümeye devam edebilir.
Kanserin tedavi edilmemesi halinde söz konusu organların fonksiyonunu bozabilir. Ayrıca kanserli hücreler kilo veya iştah kaybına neden olabilecek zararlı maddeler üretir.
Karın bölgesinde yer alan çoğu kanser türünün tedavisi, tümörün cerrahi olarak tamamen alınmasıdır. Tümör tamamen alınabildiğinde ve ameliyat sonrasında vücutta tümör dokusu kalmadığında buna “iyileştirici” cerrahi denmektedir.
Cerrahi işlemin temel olarak semptom azaltma bakış açısıyla (örn. Ağrı azaltma veya yaşam kalitesini iyileştirme) gerçekleşmesi halinde buna “hafifletici” cerrahi denmektedir.
Münferit kanser hücrelerinin çevrede bulunan dokulara, lenf düğümlerine veya başka organlara kaymış olmasından, metastaz oluşturmuş olmasından dolayı iyileştirici cerrahide de kanser hücreleri vücutta kalmış olabilir.
Mikroskopik küçük olmalarından ve ancak gidişatta büyümeye başladıklarında kendilerini belli ettiklerinden dolayı bu münferit kanser hücreleri ameliyat sırasında kanıtlanamazlar (ne ameliyat öncesi muayenelerde, ne de ameliyat sırasında). Bu durumda, olası halen mevcut kanser hücrelerini öldürmek için, sıklıkla kemoterapi veya radyoterapi (ışın tedavisi) gibi ilave terapiler tavsiye edilir. Terapinin bu şekline “destekleyici tedavi” denmektedir.
Bazı durumlarda, tümörün hayati öneme sahip yapıların içine büyümüş olmasından dolayı, tedavi öncesi veya sonrasında cerrahi müdahale mümkün olabilir.
Ameliyat öncesi bir kemoterapi ve tümörün küçültülmesi ile daha önce tümörün sızmış olduğu yapılar korunabilmektedir. Ameliyat ile alınabilen tümör türleri için hastaya, operasyon öncesinde kemoterapi uygulanabilir. Bu terapi türüne “cerrahi öncesi kemoterapi” denmektedir.
Tümörün tamamen uzaklaştırılamadığı belirli durumlarda tümörün büyümesini kontrol altında tutmak veya kalan tümörden dolayı oluşan semptomları azaltmak için kemoterapi veya radyoterapi gibi ilave bir terapi tavsiye edilebilir. Bu terapi şekline “ilave” veya “hafifletici” terapi denmektedir.
Kemoterapi ve radyoterapideki gelişmeler sayesinde eskiden gayet olağan olan mide bulantısı, kusma veya saç dökülmesi gibi ağır yan etkiler önlenebilmekte azaltılabilmektedir.
Pankreas Kanseri Nedir?
Pankreas kanseri pankreasın kötü huylu yeniden oluşumudur. Adenokarzinom (tam olarak: pankreasın duktal adenokarzinomu) pankreasın açık ara en sık kötü huylu tümörüdür (tüm kötü huylu pankreas tümörlerinin %95’i). Pankreas kanseri en sık bezin baş kısmında ortaya çıkar.
Bunun neticeleri şu şekildedir: Öncelikle kanser büyümesi safra yolunu tıkar ve bu da safra sıvısının karaciğere kadar birikmesine ve atılamamasına veya yalnızca kısıtlı atılabilmesine neden olmaktadır.
Deride depolanan safra boyasından dolayı koyu renkli idrar ve açık renkli dışkı eşliğinde sarılık (ikterus) ortaya çıkar. Sarılıkta yoğun cilt kaşıntısı da ortaya çıkar ve bu pankreas başında safra akışının blokajı kaldırıldıktan sonra çok çabuk hafifler.
İkincisi; pankreas baş kısmındaki tümör pankreas yolunu kapatabilir ve bu da pankreasta üretilen sindirim enzimlerinin bağırsağa ulaşamamasına neden olabilir. Bunun neticesinde sindirim bozuklukları, kilo kaybı ve ishal ortaya çıkabilir.
Bu semptomlar pankreas enzimlerinin haplar/kapsüller ile telafi edilmesi veya pankreas yolundaki blokaj ortadan kaldırıldığında giderilebilir.
Kanser hücreleri tarafından dokunun tahrip edilmesinden dolayı pankreasın şeker metabolizması olumsuz etkilenebilir. Bunun sonucu olarak şeker hastalığı (Diabetes mellitus) oluşabilir. Bu bazen ilk semptomlardan birisi olarak görülebilir ve pankreas kanseri teşhisinden çok daha önce ortaya çıkabilir. Ancak Diabetes mellitus teşhisten veya ameliyattan sonra da ortaya çıkabilir.
Hastalık sıklıkla 60. Yaştan sonra ortaya çıkar, ancak çok daha genç kişiler de bu hastalığa yakalanabilir.
Nasıl oluşur?
Temel araştırma son yıllarda pankreas kanserinin oluşumu hakkındaki bilgimizin oldukça gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu sayede kanser hücrelerinin büyümesini tetikleyen faktörleri (büyüme faktörleri) ve de normalde hücre büyümesini ve düzenli hücre ölümünü (apoptoz) kontrol eden belirli kalıtım maddelerinin (genlerin) değişimleri (mutasyon) takip edilmekte.
Ayrıca kanser hücrelerinin kendisi hücrelerin etrafta bulunan dokulara veya organlara nüfuz etmesini ve koloniler (metastaz) oluşturma kabiliyetleri üzerinde olumlu etki yaratan maddeler de üretmektedir.
Tümörün hızlı büyüyen hücrelerin ihtiyaç duydukları yeni damarların oluşturulması da tümöre özgü maddeler tarafından stimüle edilmektedir. En nihayetinde tümör dokusunun kendisinin içinde oksijenden yoksun bir ortam bulunmaktadır, ki kanser hücreleri bunlarla gayet iyi uyum sağlarlar.
Tümör dokusunun ana kütlesini kanser hücreleri değil, tümörü çevreleyen bağ dokusu hücreleri (fibroz) oluşturur. Böylece bir tarafta belirgin bir büyüme önlenmiş olmakla birlikte, bu nedenle bir kemoterapi veya ışın terapisine gösterdiği tepki de daha düşük olmaktadır. Bu bağ dokunun sebebi ve işlevi bugüne kadar açıklığa kavuşturulamamıştır.
Hastalık İbareleri Nelerdir?
Büyüyen kanser hücreleri ilk etapta henüz herhangi bir semptom göstermezler, öyle ki pankreas kanseri ancak ilerleyen safhalarda tespit edilebilmektedir. İlk semptomlar ilk etapta spesifik değildir. En sık olarak genel durumda bir kötüleşme, kilo kaybı ve iştahsızlık görülmektedir.
Bunun ötesinde üst karında sırta doğru uzanan ve gidişatta şiddetlenebilen ağrılar görülebilir. Pankreas başında tümöre dayalı olarak safra yolunun tıkanması nedeniyle karaciğerde biriken safra sıvısına dayalı olarak ağrısız bir ikterus (sarılık) görülebilir, ve bu sıklıkla ilk spesifik semptomu teşkil eder.
Aynı zamanda ciltte kaşıntı, koyu renkli idrar ve açık renkli dışkı yaşanabilir. Bunun ötesinde yeni ortaya çıkan Diabetes mellitus da (kan şekeri hastalığı) pankreas kanserinin ilk semptomu olabilir.
İlk etapta herhangi bir şikayetin görülmemesinden dolayı günümüzde pankreas kanserini erken safhada teşhis etmek mümkün değildir. Basit, klinik olarak olağan kullanılan tedbiri muayeneler (yani tümör markörüne dair kan testleri ve röntgen veya ultrason muayeneleri) yoktur.
Pankreas kanserinin o denli sık görülen bir hastalık olmamasından dolayı bilimin güncel durumunda şüphe olmadan spesifik muayeneler belirtilmemiştir. Ancak pankreas kanserinin erken tanılanması konusunda yoğun araştırmalar yürütülmekte ve temel araştırmalar klinik uygulamalara muhakkak yeni ve daha iyi tanı yöntemleri sunacaktır.
Pankreas kanserinin neden ortaya çıktığının tam sebepleri halen bilinmemektedir. Hastalığın ortaya çıkmasına yönelik tek kesin risk faktörü olarak tütün kullanımı bilinmektedir.
Alkol tüketiminin kendi başına pankreas kanserini ne derece kolaylaştırdığı tam olarak açıklığa kavuşturulamamıştır, ancak pankreasın aşırı alkol tüketimi ile tetiklenen kronik enfeksiyonu (pankreatit) hastalık için bir risk faktörü teşkil etmektedir.
Farklı yemek alışkanlıkları bakımından bunun pankreas kanseri ile ilişkisi konusunda herhangi bir netlik sağlanamamıştır. Pankreas kanserinin ortaya çıkması için daha yüksek bir risk faktörü ile ilişkilendirilen bilinen gen mutasyonlarının yanı sıra ailede tümör oluşumlarındaki artış ta (2 veya 3 hasta akraba) görülmektedir, ki bunların genetik nedenleri henüz bilinmemektedir.
Pankreas Tümörlerinin Belirtileri
Pankreas kanseri zor anlaşılan kanser türlerinden biridir, bu yüzden pankreas kanserinin erken tanısı hayati risk açısından oldukça önemlidir. Pankreas kanserinin bazı belirtileri ise;
- Sarılık
- Aniden ortaya çıkan diyabet
- Gözlerde sararma
- İdrar renginde koyulaşma
- Dışkıda beyazlaşma
- Karın ağrısı
- Sırt ağrısı
- Halsizlik
- İştahsızlık
- Kusma
Tedavi Nasıl Gerçekleştirilir?
Cerrahi terapi, yani tümörün alınması iyileşme olasılığı vaat eden yegane tedavi yöntemidir. Ancak bu kanser hücrelerinin örneğin; karaciğer veya akciğer gibi organlarda metastaz oluşturmadığı kesin olduğunda gerçekleştirilebilir.
Ayrıca, bunun sıklıkla tümör hücrelerinin kan dolaşımı üzerinden yayılmasına neden olmasından dolayı tümör henüz çevredeki büyük arteriyel damarların içine büyümemiş olması gerekmektedir.
Arteriyel damarların birlikte alınması, her ne kadar prensip olarak cerrahi mümkün olsa da, hastanın yaşam beklentisinde herhangi bir iyileşme göstermemektedir. Kanser hücrelerinin venöz damarların içine kısmen büyümüş olması çoğu durumda bir ameliyat için herhangi bir engel teşkil etmemektedir.
Her ameliyat öncesi hastanın tüm vakası hastanemizde disiplinler arası bir tümör konferansında tartışılır ve en iyi tavsiye sunulur. Bu konferansa onkoloji/iç hastalıklar (II. ve III. (Tıp Kliniği), radyoloji, ışın terapisi, nükleer tıp ve batın cerrahisi bölümlerinden meslektaşlarımız katılmaktadır.
Ancak pankreas kanseri olan hastaların yalnızca yaklaşık üçte birinde tümörün cerrahi olarak alınabileceği görülmektedir.
Whipple Ameliyatı
Tümörün pankreas kafası bölgesinde tespit edilmesi halinde tümörün ve buna sınır pankreas kısmının yanı sıra safra yolunun, oniki parmak bağırsağının (Duodenum) bir bölümü ve safra kesesi de birlikte alınmak zorundadır (yani mide çıkışını koruyan Whipple Ameliyatı).
Tümörün konumuna ve büyüklüğüne bağlı olarak midenin de bir kısmının alınması gerekebilir. “Klasik” Whipple Ameliyatı ilk olarak 20. yüzyılın başında Profesör Walter Kausch tarafından gerçekleştirilmiş ve Profesör Allen O. Whipple tarafından pekiştirilmiştir.
Sol Taraflı Distal Reseksiyon
Pankreas gövdesi veya kuyruğu bölgesindeki tümörler pankreas kafası tümörlerine kıyasla daha nadir görülür. Bu durumda bir pankreas sol reseksiyonu gerçekleştirilir, ki buna distal panreatektomi de denmektedir.
Bu pankreas gövdesinin ve kuyruğunun çevreleyen lenf düğümleri ile birlikte alınmasını kapsar. Çoğu durumda besleyen damarların pankreasa çok yakın konum ilişkisinde bulunmalarından dolayı dalak ta alınmak zorundadır.
Alınan pankreas dokusunun sınırının seçimi tümörün yayılmasına bağlıdır ve kuyruğun alınmasından başlayıp pankreasın neredeyse tamamının alınmasına kadar genişletilebilir. Pankreasın arka bitişi kör kapatılır.
Pankreas suyunun çıkışı bu durumda pankreas kafasında oniki parmak bağırsağına gerçekleştirilir. Bu ameliyat hastanın durumuna bağlı olarak açık veya laparoskopik (yani “Anahtar Deliği Tekniği”) olarak gerçekleştirilebilir.
Kısım Reseksiyonu
Nadir iyi huylu pankreas gövdesi tümörlerinde günümüzde organı koruyucu bir ameliyat, yani Kısmi Pankreas Reseksiyonu gerçekleştirilebilir. Burada pankreasın yalnızca ilgili kısmı alınır ve bir ince bağırsak askısı yeni bir bağlantı veya deşarj oluşturulur.
Ancak bu yöntem yalnızca iyi huylu tümörlerde ve çok nadir uygulanır. Bu nedenle bu ameliyat yöntemi yalnızca uzman pankreas merkezlerinde gerçekleştirilmelidir.
Total Pankreatektomi
Bazı özel durumlarda pankreasın tamamının alınması gerekmektedir. Bu durumda insülini zorunlu kılan Diabetes mellitus gibi ağır sonuçların ortaya çıkmasından dolayı bu yalnızca nadiren uygulanmaktadır.
Bu ameliyata yönelik endikasyon tümörün pankreasın tamamına yayılması veya teknik nedenlerden dolayı pankreas ile bağırsak arasında dikiş bağlantısı mümkün olmadığında söz konusudur.
Çift Bypass
İlerlemiş tümörlerde tümörün tamamen alınması mümkün olmayabilir. Tedavinin hedefi hastanın semptomlarını gerektiğinde bir ameliyat yoluyla hafifletmektir. Safra birikmesi ve sarılık durumunda safra deşarjı tekrar oluşturulmak zorundadır.
Bu safra deşarjını güvenceye almak için endoskopik olarak safra yoluna bir hortumun (stent) yerleştirilmesi veya ince bağırsağın safra kanallarına bağlandığı bir ameliyat ile gerçekleştirilebilmektedir (Biliyodigestif Anastomoz).
Tümörün oniki parmak bağırsağına büyümesi halinde besin naklinin bozulması söz konusu olur, ki bu nedenle yiyecekler mideden bağırsağa ulaşması zorlanabilir veya tamamen engellenebilir. Bir ameliyat ile mide ile ince bağırsak arasında bir bağlantı yoluyla yiyecekler için bir pasaj oluşturulabilir.
Duodenumu Koruyan Pankreas Kafası Rezeksiyonu
Kronik pankreatitte sıklıkla pankreas kafası bölgesinde iltihaplı değişiklikler oluşur ve bu da ağrıya ve de safra ve pankreas suyunun birikmesine neden olabilir. Bu durumda iltihabi değişiklik göstermiş olan dokuyu almak ve böylece birikmeyi ve ağrıları ortadan kaldırmak için duodenumu koruyan pankreas kafası rezeksiyonu gerçekleştirilebilir.
Ameliyat sonrası iyi bir sonuç elde etmek ve ağrının azaltılmasının yanı sıra pankreasın işlevini korumak için bu müdahale kronik pankreatitte erken bir safhada gerçekleştirilmek durumundadır.
Esasen Beger tarafından geliştirilmiş olan teknik Frey tarafından pankreas yolunun uzunlamasına ayrılması ve daha düşük bir rezeksiyon boyutu ile daha da iyileştirilmiştir.
Minimal İnvazif Pankreas Ameliyatı
Cerrahi tekniklerdeki gelişim sayesinde daha fazla pankreas ameliyatı minimal invazif olarak, yani kamera yöntemi sayesinde karın tavanında küçük kesitler ile gerçekleştirilebilmektedir. Bu teknik ile örnek olarak sol pankreas rezeksiyonu, yani pankreas kuyruğu rezeksiyonu, güvenli ve etkili olarak gerçekleştirilebilmektedir.
Aynı şekilde iyi huylu (benign) tümörlerin ve pankreasın nöroendokrin tümörlerinin alınması da minimal invazif olarak gerçekleştirilebilmektedir. Daha küçük bir karın kesiti ve böylece kozmetik olarak kabul edilebilir sonuç avantajının yanı sıra hastalar için özellikle daha hızlı bir iyileşme süreci ve ameliyat öncesi performansa daha çabuk geri dönüş mümkün olabilmektedir.
Ancak minimal invazif tekniğin özel bir durumda tedavi seçeneği olarak mümkün olup olmadığı daima münferit duruma göre değerlendirilmek zorundadır.
Kemoterapi ve Işın Tedavisi
Tümörün cerrahi olarak alınmasının yanı sıra kemoterapi de pankreas kanserinin tedavisinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle hastalara tümörün tamamen rezeksiyonunun yanı sıra menşe bölgede kanser hücrelerinin yeniden (residiv) veya başka organlarda ortaya çıkma (metastaz) riskini asgariye indirmek için destekleyici bir kemoterapi tavsiye edilir.
Gidişatta bir ameliyat sonrasında residiv bir tümör veya metastaz ibaresinin görülmesi halinde de bir kemoterapi tedavisi uygulanmaktadır. Yeni bir cerrahi müdahale ancak özel hastalık gidişatlarında göz önünde bulundurulur.
Nadir durumlarda residiv bir tümör halinde bir ışın tedavisi de (radyoterapi) uygulanabilir. Günümüzde gittikçe daha fazla hasta tümör küçültme sayesinde kazınabilirliği (mümkün mertebe tümörün alınması) sağlamak veya hastalığın daha ameliyat öncesinde ilerlemesi önlemek amacıyla ameliyat öncesin bir kemoterapi ile tedavi edilmektedir.
Tümörün alınamadığı hastalara “palyatif” bir kemoterapi uygulanır. Pankreas kanserinin tedavisinde kullanılabilen çok sayıda farklı kemoterapi ilaçları bulunmaktadır.
Hemen Ameliyat Sonrası Safha
Uyanma Odası ve Yoğun Bakım İstasyonu
Ameliyat sonrasındaki ilk saatlerde kalp dolaşım sisteminin, akciğerlerin ve böbreklerin yoğun olarak takip edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle uyanma odasına veya özellikle daha büyük müdahaleler sonrasında yoğun bakım istasyonuna aktarılırlar.
Dolaşım sistemi stabilize olduktan sonra istasyondaki odalarına nakledilirler. Bazı durumlarda ameliyat sonrasında belirli bir süre (çoğunlukla 24 ila 48 saat arasında) suni solunum uygulanır veya yoğun bakımda tutulmak zorunda kalırlar. Bu tedavi yoğun bakım istasyonunda gerçekleştirilir.
Ameliyat Sonrası Ağrı Terapisi
Hastalar günümüzde artık bir ameliyat sonrasında kaçınılmaz olarak yoğun ağrılara katlanmak zorunda değiller. Yalnızca küçük çaplı müdahalelerde bir ağrı terapisinden feragat edilebilmektedir.
Prensip olarak tüm hastalarımızda mümkün mertebe az ağrı çekmelerini sağlıyoruz. Modern ağrı terapisi ağrıların omurilik üzerinde doğrudan kontrolünü mümkün kılmaktadır. Bu amaçla anestezi esnasında omuriliğin çevresine ince bir hortum (PDA: Peridural Anestezi) yerleştirilmektedir.
Bu yöntem ağrıların tamamen devre dışı bırakılmasını mümkün kılmaktadır. PDA ile ilgili olarak narkoz hekimi tarafından ameliyat öncesi görüşme sırasında size faydaları ve riskleri hakkında kapsamlı bilgi verilecektir.
Herhangi bir nedenle bu yöntemin uygulanamaması durumunda “Hasta Kontrollü Ağrı Terapisi” (PCA: patient controlled anesthesia) mevcuttur. Burada size bir pompa ve enfüzyon hattı üzerinde doğrudan damara ağrı ilaçları verilir ve bir düğme üzerinden dozajı kendiniz belirlersiniz.
Günümüzde artık bir ameliyat sonrasında yoğun ağrılar çekmenize gerek yoktur.
Verilen ilaçlara rağmen ağrı çekmeniz halinde hemen bakım personeline başvurun. İstasyon hekimleri ile birlikte Sizin için en kısa sürede en iyi çözümü bulacağız.
Fizyoterapi
Ameliyat sonrası safhanın önemli kısımlarından birini bizim fizyoterapistimiz ile yapacağınız antrenman teşkil etmektedir.
Burada ameliyat sonrasındaki ilk günden itibaren adım adım mobilizasyonun sağlanması hedeflenmektedir ve hedefe odaklı solunum egzersizleri ile akciğer fonksiyonu desteklenmektedir. Bu sayede performansın düşmesi önlenmekte ve hastanede kalış süresi kısaltılmaktadır.
Tromboz Profilaksı
Ameliyata bağlı hareketsizlik nedeniyle bacak damarlarında kan pıhtılaşması (tromboz) riski artar. Kan pıhtısının taşınması durumunda akciğer damarlarında hayatı tehlikeye atan bir tıkanma (akciğer embolisi) söz konusu olabilir.
Bunun riskini asgariye indirmek için mütemadi bir tromboz profilaksı uygulanmaktadır. Bu ilgilenen fizyoterapist ile işbirliğinde kısa sürede mobilizasyonu, tromboz çoraplarının giyilmesini ve karın veya üst bacaktaki cilt altı yağ dokusuna tromboz önleyici iğnenin (düşük moleküler Heparin) yapılmasını kapsamaktadır.
Besin Yapılandırması
Pankreas müdahaleleri sonrasında bağırsak faaliyetleri normalleşene kadar adım adım bir gıda yapılandırması gerçekleştirilmek durumundadır. Sıklıkla size ameliyat sonrasında üst sindirim sisteminin yükünün azaltılması için narkozun başlatılması sırasında bir mide sondası yerleştirilir.
Bu çoğu durumda daha ameliyat gününde alınabilir. Ameliyat sonrası kalışın müteakip gidişatında yiyecek miktarı Siz yaklaşık bir hafta sonra tekrar normal besin maddeleri alabilene kadar yavaşça artırılır.
Azaltılmış gıda alımı safhasında size ilave sıvı ve icabında bir damar üzerinden besleyici çözelti verilir. Ayrıca sindirim fonksiyonu pankreas ameliyatlarından sonra ilave sindirim enzimleri alımı yoluyla desteklenebilir.
Kalıcı neticeler nelerdir?
Pankreas dokusunun alınması şeker hastalığını (Diabetes mellitus) tetikleyebilir veya mevcut olan hastalıkta bunu kötüleştirebilir. Ancak çoğu vakada halen yeterli bir doku kalır ve ameliyat öncesindeki durumda herhangi bir değişiklik söz konusu olmaz. Diabetes mellitus özelliğine göre diyet, oral ilaçlar veya insülin ile tedavi edilebilir.
Bunun ötesinde pankreas dokusunun eksikliği nedeniyle daha az sindirim enzimi üretimi söz konusu olabilir. Bu kendini sindirim bozuklukları, şişkinlik veya yağlı ishal şeklinde gösterir.
Azalan enzim üretiminin yanı sıra gıda pasajının gerçekleşen ameliyata bağlı olarak sindirim enzimlerinin her zaman optimal zamanda gıdalarla buluşmaması söz konusu olabilir. Bu durum basit bir şekilde pankreas enzimleri içeren kapsüller ile giderilebilir.
Pankreas Kanseri Sonrası Bakım
Gerçekleşen ameliyat ve müteakip kemoterapi sonrasında hastalar bedensel muayene, tümör markörleri dahil laboratuvar analizleri ve bilgisayar tomografisi (CT) veya manyetik rezonans tomografisi (MRT) ile ilk etapta her 3 ayda bir takip edilmelidir.
Takip muayenelerinin organizasyonu tedavi eden aile hekimi ile işbirliğinde gerçekleştirilir. Tüm muayeneleri memnuniyetle kendi kurumumuzda da gerçekleştirebiliriz.
Pankreas Kanserinde İyileşme Olasılığı Nedir?
Pankreas ameliyatları son yıllarda çok güvenli hale gelmiştir. Tümör alındıktan sonraki ilk 5 yılda hayatta kalma olasılığı bariz bir şekilde artmıştır. Ancak pek çok hastada tümör hastalığının yeniden ortaya çıktığı görülmektedir (residiv). Bu hastalarda ve birincil ameliyat edilemez bulgularda yaşam beklentisi bariz sınırlıdır.
Yoğun araştırma çabaları bu durumun gelecek yıllarda bariz iyileşeceği umudunu yeşertmektedir. Bunların arasında özellikle her hastanın bireysel olarak hastalığının riskine göre tedavi edilebileceği hedefe odaklı terapi ifade edilebilir. Ancak günümüzde araştırma henüz o denli ilerlememiştir ve daha fazla moleküler biyolojik çalışma gerektirmektedir.